“Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet,

Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten.”

-Namık Kemal

Öncelikle  Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!

Geçen yıl sorduğum bir soruyu burada tekrarlayarak esas yazıma başlayacağım : Bağımsız bir vatanın bir cumhuriyetin mensubu olan bizler, bizlere bu imkanları bırakmak için kendi saadetlerinden vazgeçen insanlara borçlu olduğumuz fedakarlık derecelerinin ne kadar farkındayız?

İçinde bulunduğumuz zamanda ülkemizin sosyal ve ekonomik koşulları beni bazı konular üzerinde düşünmeğe ve okumalar yapmaya yöneltti. Bu konulardan bugün “Cumhuriyet, Demokrasi ve Kitleler”  üzerine bir şeyler söylemeye  çalışacağım.

Bütün siyasal sistemler müreffeh bir toplum ve devlet düzeni oluşturmayı hedefler. Tarih boyunca da hangi idare şekliyle olursa olsun iyi bir yönetici altındaki toplumlar refaha ulaşmıştır. Yetenekli ve iyi eğitilmiş bir hükümdarın başta olduğu monarşi birçok dönemde demokratik sistemlerden daha verimli çalışmış ve toplumsal gelişim bu dönemlerde çok hızlı olmuştur. Hükümdarın kitlelere karşı sorumluluğu ve oy kaygısı olmaması bunun en temel sebebidir. Hükümdar doğru olduğunu düşündüğünü uygularken kitleleri etkilemek onlara kısa vadede hazlar verip onların beğenisini kazanmak gibi bir kaygı taşımıyordu bu da “popülist” politikalar yerine gerçekçi ve uzun vadeli politikalar oluşturmasına izin veriyordu. Tarihimizde bunun en önemli örneklerinden biri : Fatih dönemidir. Aynı şekilde yetenekli ve iyi eğitilmiş bir “Tek Adam” tarafından idare edilen cumhuriyetlerde de benzer şekilde hızlı bir toplumsal ve iktisadi gelişme görülür. Bunun da sebebi halk tarafından seçilen “mutlak iktidarın” denetim mekanizmasının  ve etkin muhalefetin olmamasıdır. Bugün yaşadığımız Cumhuriyetin kuruluş dönemi böyle bir dönemdir.

Farabi “İdeal Devlet” kitabında yöneticilerden bahsederken toplumlara çok nadir zamanlar “kural koyucu”  -inşa edici- (yetenekli – iyi eğitimli) idarecilerin geldiğini ve toplumların bu fırsatları değerlendirmesi gerektiğini yazar. Bu yetenekte olmayan idarecilerin ancak “kanun yürütücü” olabileceğini söyler. Bir sistemi, yöntemi değerlendirirken önemli olan “ideal” değil “en kötü” koşulda ne olacağının değerlendirmesini yapmaktır. Farabi’nin de “kural koyucu” olarak nitelendirdiği idareciler “ideal” idarecilerdir ve hangi sistemde olursa olsun bunlar “erdemli toplum” inşa ederler.

“En kötü” koşullar sisteme göre farklılık arz eder. Monarşiyi ele aldığımızda kan bağıyla hükümdar tayini yeteneksiz, eğitimsiz insanlardan öte akıl sağlığı yerinde olmayan insanların dahi hükümdar olmasının yolunu açmış ve ciddi buhranların yaşanmasına  sebep olmuştur. “Demokrasilerde” ise yeteneksiz bir kişinin yönetici olma ihtimali yoktur. Kişinin halk oyunu alabilmesi için en azından toplumu etkileme yeteneğine sahip olması gerekir. Delilik ise aynıyla vakidir. Hitler ve Mussolini de seçimle iktidara gelmiş ve kitleleri etkilemek, hareket geçirmek konusunda da son derece yetenekli iki lider örneğidir. Bu örneklere bakarak diyebiliriz ki “en kötü” koşullarda ister demokratik ister antidemokratik sistemlerde olsun toplumu yönetenler ciddi buhranlara sebep olabilmektedirler.

“Demokratik” sistemler “kanun yürütücü” idareciler bulma konusunda sunduğu imkanlarla daha ideal sistemlerdir.  Belli bir aileden, soydan gelen insanların yetenekli olmasını beklemek yerine yetenekli insanların toplumun arasından çıkıp kendini göstermesi gerekmektedir bu da daha geniş bir kitleden seçim yapma imkanı tanır ki bu kitleden ideal bir yönetici bulma ihtimali daha yüksektir. Burada çok sık yapılan bir hataya değinmek istiyorum. “Demokrasiler” (en azından pratikte) halkın kendi kendini yönettiği sistemler değildir demokrasilerde de halk yönetilen durumundadır sadece kendi yöneticisini tayin etme hakkı çoğunluğa verilmiş bu da halkı yönetme değil denetleme makamına getirmiştir.

Buraya kadar anlattıklarım aynı kavramlardan aynı şeyleri anlamamız içindi. En azından benim bu kavramlardan neler anladığımdı. Yazımın başlığına yani “Demokrasi ne halde kıymetlidir?” sorusuna cevap verebilmek için öncelikle hangi hallerde kıymetsiz olduğunuzu anlamamız gerekir.

Sokrates, “İnsanlar zor soruların kolay cevaplarını ararlar.”  der ve bunun liderlik yarışına giren insanlar tarafından nasıl kolaylıkla sömürülebileceğini öngörür. Ki bildiğiniz gibi kendisi de devrinin demokrasi tarafından suçlu bulunup idam edilmiştir.

Zor sorularının kolay cevaplarını arayan halkın çoğunlukta bulunduğu bir demokratik sistemde “halk avcılığı” (demagogluk) ortaya çıkar. Halk avcılığı, halk arasındaki ön yargıları ve cehaleti kötüye kullanarak popülist söylemlerle liderlik kazanılmasına denir. “Halk avcıları” kitlelerin duygularını coşturarak onların mantıklı bir şekilde karar almasını manipüle ederler. Maalesef bugün dünya genelinde lider koltukları “halk avcıları” tarafından ya da sözde seçimli yöntemlerce tutulmuştur. Şu günün dünyasına baktığımızda sözde seçimli yönetimlerin olduğu devletlerin refah seviyelerinin çok ciddi yükseldiğini görebiliriz (bkz. Rusya ve Çin). Demokrasinin sağlıklı sonuçlar ürettiği devletlere baktığımızda eğitim düzeyi ve demokrasi kültürünün yüksek olduğu popülist söylemlerin göreceli olarak daha az itibar gördüğünü gözlemleyebiliriz (bkz. Kuzey Avrupa Ülkeleri).

Demokrasilerin koşulsuz şartsız iyi olduğunu düşünmek de genel bir yanlıştır. Demokrasiler Farabi’nin deyimiyle “Erdemli Şehrin İnsanları” tarafından gerçek kıymetine kavuşturulabilir. “Erdemli Şehrin İnsanları” tevekkül ederler, ilme ve adalete kıymet verirler, maddi zenginlik ve bencilce zevklerin peşinde koşmazlar.  Demokrasiler, onun etrafını saran eğitim sistemi kadar etkilidir. Ancak çoğunluğun iyi eğitildiği, muhakeme yapabildiği bir toplumda ideal yöneticiler iktidara gelebilir.

Eğitiminin (bilginin) şeffaf bir demokrasi açısından ne kadar kıymetli olduğunu çok basit bir hikayede görebiliriz: Ülkenin birinde enerji tüketiminde sanayiye %13-15 gibi değişken oranlarda  zamlar yapılmış yine aynı ülkede ord. halk avcısı %10 eşiğinin toplum için psikolojik sınır olduğunu bildiğinden  bu zamı hane halkları için %9-9-9 şeklinde ve yaz aylarında yapmış. Şimdi de bu hikayeyi şerh edelim: Sanayici ekonomi ve enerji konularında sıradan insanlardan daha bilgili ve muhakeme becerisi daha yüksek insan olduğu için devrin iktidarı hiçbir manipülasyona ihtiyaç duymadan (işe yaramayacağı için) zamları istediği gibi yapmıştır. Aynı iktidar işçi sayısı sanayici sayısından yüksek olduğundan yani daha büyük bir oy kitlesi olduğundan zammı hane halkları için hissettirmeyecek tepki çekmeyecek şekilde yapmaya çalışmıştır. Bu tipik bir demokrasi kusurudur iktidar kendi selameti için kitleleri manipüle etmeye çalışır ve uzun vadede bu ülkeye ciddi zarar verir.  Çünkü zaman içerisinde sanayici bu zamlardan dolayı üretemez  hale gelir ve işçi çıkarmak zorunda kalırsa kendisine oy için zam kıyağı çekilen işçi aynı politikanın sonucu olarak işsiz kalmış olur. Kısa vadeli hazları uzun vadeli hazlara tercih etmek çoğu zaman kötü sonuçlar getirir.

Ben her hal ve koşulda demokrasinin hala insanlar için en erdemli yönetim biçimi olduğunu düşünüyorum çünkü her insan, insan olmasıyla; akıl sahibi olmasıyla kıymetlidir. Ancak demokrasiler iyi eğitilmiş, muhakeme edebilen “akıllı insanlar” tarafından idame ettirilse gerçek kıymetine ulaşır.