Çınlama | Şiir

“… yine kalk yorul”

Kandırdım kendimi: değilim buğday peşinde
Pusulasız gezdim, gördüm, değirmen ve fırın
Köşede koca ihtiyar ekmeğin peşinde
Sordu: “nice bir avarelik sende böyle?”

Ezbere laflar sökün etti keksiz dilimden
Ah kartezyen dualite, vah postmodernite
Kıssalar: buğday, himmet, Süleyman’la karınca
Ey dedi: “er isen erliğin meydana getir”

Hava yüklendi sözü duydum, sustum lal gibi
Yükün altında kaldım Habeşli Bilal gibi
Benden murat neydi, benimle murat ne ola?
Bir ağu içtim, bir ahu soktu beni yola

Ahu, ağu, söz, göğsümün üstünde birer taş
Ne peşine doğduk bilmek nasıl mümkün olur?
Güzellik önünde zulüm, Tanrı sözünden aş
Çın çınlıyor: “yine kalk yorul, yine kalk yorul”

Mağlubiyet ve Merhamet – I

– Hayatta en ziyade sevmediğiniz şey nedir?
Yahya Kemal: Mağluplardan nefret…
[1921]

“Tut gedâlıgın Nevâyî muğtenem
Şahlar allında baş indürme köp”
(Nevâyi, alçakgönüllülüğünü ganimet bil.
Ama şahlar önünde de sakın baş indirme!)
[Ali Şîr Nevâî 15 y.y.]

Harekete başladığımız nokta, bulunduğumuz noktaya varmamızda en az nasıl hareket ettiğimiz kadar önem taşıyor. Hangi olay veya durumda hangisinin daha çok katkısının olduğunun ölçmenin bir yolu yok; bununla beraber kişi değerlendirme yaparken başına gelen “iyi şeylerde” kendi hareketine paye verirken, “kötü şeylerde” başlangıç noktasını sorumlu görmeye eğilimli oluyor. Bir başkası ya da başkaları üzerine değerlendirme yaparken ise mekanizma tümüyle tersine işliyor.

Aylar önce şöyle bir görüntü izlemiştim: “İlkel” hayat yaşan kabile üyesi; topladığı eşyaları kafasının üzerinde bir sepette taşıyordu, küçük bir akarsuya geldi ve karşıdan karşıya geçmek için suyun üzerine atılmış bir ağaç kütüğünün üzerinden cambaz gibi geçmeye çalışırken dengesini kaybedip eşyalarıyla beraber akarsuyun içine düşerek ıslandı. İzledikten sonra önce dumura uğradım, “etrafta o kadar ağaç var, hiçbir şey yapamıyorsanız birini daha kesip iki kütüğü birbirine bağlayın da cambazlıktan kurtulun” türevinde bir düşünce geçti zihnimden. Biraz sonra bu kadarını dahi, düşünüp beceremeyen “hallerine acıdım”. Hallerine acıyabiliyordum çünkü kayıtsız ve şartsız onların yerinde olsam daha iyisini yapacak “güçte” olduğuma dair inancı -kibri- taşıyorum.

Merhametli olmak, yargıya varmadan önce içinde bulunulan şartları, imkanları anlamaya çalışmayı gerektiriyor. Üstenci tavrımızı kenara bıraktığımızda, görüntüde acınacak bir hal yok yalnızca varlığını sürdürebilmek için kendi meşrebince/kültürünce, elindeki imkanlarla, elinden geldiğince faaliyet gösteren bir başka insan var. Teknik ve biçimsel farklar (büyük çoğu başlangıç noktamız kaynaklı) dışında herhangi birimizin hayatından farksız.

Biçimsel olarak bu kadar uzak ve bizimle doğrudan teması olmayan durumlarda empati becerimiz azalmakla beraber “acımak” gibi yoksun ama zararsız tepkiler veriyoruz. Diğer tarafta, daha yakından temas ettiğimiz, bizlerin hayat pratiklerini doğrudan etkileyen insanlara karşı çok daha merhametsiz olabiliyoruz. Dünyanın öte ucunda gördüğümüzde, haberdar olduğumuzda “hallerine acıdığımız” kişiler veya topluluklar olacaklarken; temas alanımıza yaklaştıkça (“konforumuzu” bozdukça) nefret unsuru haline geliyorlar.

Galiplerin, galip fikirlerin ve sistemlerinin dünyasında yaşarken içinde bulunduğumuz durumdan dolayı niçin zaten mağlup olmuşlardan nefret ediyoruz? Her ne olursa muktedir, “güç” sahibi olanların yaptıklarını “rasyonel düşünce” adı altında uzun uzun gerekçelendirirken, onlara “kendilerince haklılar” gözüyle bakarken öfkemizin, nefretimizin nesnesi niçin onlara kaybedenler oluyor?

Devamı

Ölçüsüz Levha | Şiir

Elimde bir levha,
Korunmuş mu, yoksa boş muydu?
Okuru muyum, yazarı mı?
Yazarsam çeviririm, onu.
Okursam çevirir beni, o.

Mümkün mü yazmak,
Öyleyse nasıl yazmalı?
Kurşun kalemle mi, silik;
Divit kalemle mi, kurşuni?
Hüsnühat ile mi, incitmeden;
Çivi yazısıyla mı, acımadan?
Arzın halini mi kazımalı,
Arzuhali mi işlemeli?
Bir düş, bir düşün kâle alınır mı?
“Hiç yazılan yazı karalanır mı?”

Mümkün mü okumamak,
Değilse nasıl okumalı?
Bir masal gibi uyumak için mi,
Yoksa vahiy gibi uyanmak için?
Hüsnükabul ile mi okumalıydı,
Çivi çakarcasına kavga ederek mi?
Göz gezdirip geçmeli mi yalnızca,
Yoksa altını çizerek sökmeli mi?
Harcı mı okuduğunu anlamak,
Mecbur mu anlamadan okumaya?

Mümkün mü bu sorulara cevap bulmak?
Mümkünse hiç aramamak…

Tapılan refah ve Refah – 0

“Hür bir dünya, hür bir din, hür bir Tanrı, hür bir yol,
Hür bir hayat, hür vicdan, hür bir kafa, hür bir kol,
Hür bir şiir, hür bir aşk, hür bir mesken, hür bir emek:
İnsanoğlunun asıl hür cenneti bu demek…
İşte, böyle bir âlem, böyle bir dünya, diye,
Her çorak bir bucağa bir su gibi akmalı,
Küllerini rüzgâra vermek için hediye,
Hür insanlık uğruna “Moskova”yı yakmalı!..”

“Dünyada olmaktan bıktırdılar.” sözü mevcut duruma karşı duyduğum en veciz ifadelerden biri. Şairin “yaşamak suçu” dediği de böylesi bir hal miydi?
Yalnızca dünyaya geldiği için kendini herkesten ve her şeyden alacaklı gören, ulviyet namına hiçbir kaygı taşımayanların dünyasında “refah” uğruna her şey feda edilebilir. İnsanlık haysiyeti yerlere çalınırken, çarkların işleyişinden memnun olan ya da mevcut düzeni “anlayıp” ona göre yaşamayı hüner sayanlar; reel politik nutuklarıyla size dünyanın nasıl işlediğini anlatıp dururlar.
Mevcut dünya düzeninde alçaklığın dahi rasyonalizasyonunun yapılabilmesinden ilhamla isyan etmek yerine “dünya bu” diyerek sizin de bunu tekrarlamınızı, kabullenmenizi bekliyorlar.
Halbuki kendi dilinde, kendi yolunda yürüyen biri olmanın önündeki bütün “Moskova”lar yıkılmadan insan, hür bir insan olabilmek mümkün değil.
Bunun için de dünyadaki hiçbir kötülüğe, çirkinliğe, haksızlığa alışmamaktan, her seferinde feveran edip karşı çıkmaktan, normalleştirmemekten daha büyük bir sermaye olmasa gerek.

Yapay Sinir Ağı Koşması

Öklid düzlemleri, Newton taşları
Bol tepeli konveks işlev dağları
Nedir şu matrisin ağırlıkları
Yine yol vermedi sinir ağları

Sentetik veri, analitik çözüm
Onlarla uğraşan biçare özüm
Solu bir sağı bir astigmat gözüm
Aman vermez yapay sinir ağları

Bir uçtan bir uca akan o bitler
İki gerilim arası sefiller
Kapansa rahat yok açılsa da yok
Karar kılmaz yapay sinir ağları

Uyan ekran kartı gafletten uyan
Akımını alıp yongana dayan
Sıcaktan korkup da sonunu sayan
Yanar gider de ağın eğitemez

Koşmalar – II | Şiir

– Faust Koşması –
Döndüm ve gördüm: sandığım değilim
Hiçbir şey sandığımca varsıl değil
Yol bellediğimmiş yanılgılarım
Bitmez, uzayıp, gider mahdut değil

Öğretmişlerdi bir bir teknikleri:
Ölç ve tart bunlar ilmin gerekleri
Biç ve düzenle aklın hükümleri
Zincirlenmiş zorunlu eylemleri

Dediler kovmalı maddeden ruhu
Böyle ikna etmek kolay güruhu
Öğütmeli tek bir taşta çokluğu
Yürümelisin budur aklın yolu

Düştüm o yolda aradım doğruyu
Sayarak aşarken her bir zorluğu
Bulduğum şeylerde görünce boşluğu
Kanıp da onlarla avunamadım

Kendi dışarıda bulan doğruyu
Anlamaz esrimiş ile ayruğu
Vaktiyle yakınken onlarla döndüm
“Her bir deliliği kendimde buldum”

Devamı

Ses-sizlik

Nedir bu sessizlik, kendimi duyamıyorum?
Çökmüş bir karanlık, şavkını seçemiyorum.
Şimdi başka yüze vuran güneş, dönmez midir;
Güneşi beklemenin derdi hiç bitmez midir?

İnsan olmanın halleri öylesine parçalanmış, bu parçalar üzerine o kadar çok söz söylenmiş ki bu gürültünün altında kişinin kendi sesini duyma imkânı kalmamış. Bilimsel ya da bilim dışı kaynaklarca üretilen “entelektüel şiddet” altında insan kendi sözünü yitirmiş halde savruluyor. Kendi sesini, sözünü üretemeyen insan; kulağını bir o tarafa bir bu tarafa kabartarak, onu “kurtaracak” şeyler bulabilmenin peşinde huzursuz ya da şuursuz bir hayat sürmeye mahkûm. Kendi dilince söyleyip, sesini işitemeyen; başkalarının dilinin gürültüsünde oyalanıp durur.

Devamı

Koşmalar – I | Şiir

“Bir tel kopar âhenk ebediyyen kesilir.”

Dünyanın büyüsü bozulmuşken
Bir çift sözmüş onu büyüleyen
Kara bulutlar göğü örtmüşken
Bir çift ala gözmüş aralayan

Tel kopup ahenk kesildiğinde
Bir tel sarı saçmış onu bağlayan
Ses kesip yine gizlendiğinde
Sessizlikmiş yüreği dağlayan

Gün doğup niçin şafak sökülmüyor?
Bir çift söz nedendir işitilmiyor?
Yıllarca tutuştu artık dinmiyor
Ala gözlü nazardanmış sönmüyor

Susuzluk | Şiir

Yürüyorum bir zamanlar kendimi bulduğum yerde
İçine doğduğum, sonra içinden doğduğum yerde
Huzursuzluk, yerle kavgalı ayaklarımdan mı,
Yoksa göklerle kavgalı başımdan mı geliyor?

Ufukta görünen güneş, doğuyor mu batıyor mu?
Doğmak ya da batmak… Bilmezdi ki bu farkı güneş.
Yarattık bu tezatı, hakikatte hareketler eş…
Ne doğuyor ne de batıyor, kavrulmaktan dönüyor!

Kafamı çevirdim gördüm bendimi saran kemeri,
Neye yarardı ki, susuz kalmış bir su kemeri?
Pınarın suyu, zamanında usulca doldurmuştu;
Kavrulan şehrim o suyla hayat bulmuştu.

Dolaşıp çağlarken pınar, huzurun sesi olmuştu;
Her bir damlasında taşınırdı sanki kutlu muştu.
Kesilmişti yolu kemerimden, neden kaybolmuştu?
Gök yarılsa dinmez kuraklık, şehre kıran vurmuştu.

Evvelce pınarından kopmuş dimağım kurumuştu.
Dilden gelenler dile gelemez olmuştu, susmuştum
Şimdi yürürken kavruluyor, su arayıp susuyorum
Her avluda bir çeşmeden içip de kanamıyorum

“tört yegirmi” ne zaman 14 eder?

Eski Türkçede Sayı Sistemlerine Kısa Bir Bakış

Kaşgarlı Mahmud’un Türk kültürünün yapıtaşlarından olan  “Divanu Lugatit Türk” eserini  karıştırırken dikkatimi çeken bazı kelimeler olmuştu. “tokuz on” ve “sekkiz on” bunlar kolayca tahmin edileceği üzerine 90 ve 80 sayılarını ifade ediyorlar. Bugünlerde bu kelimeler tekrar karşıma çıktılar. Ben de bunun üzerine sayılarımızın etimoljisini ve tarih boyunca kullandığımız sayma sistemlerini araştırdım ve bu araştırmamdan aldığım keyfi ve öğrendiklerimi sizlerle de böyle bir derleme yazısıyla paylaşmak istiyorum. Bu yazımda esas olarak bugünkünden daha farklı bir sistem kullanmaları sebebiyle EskiTürkçe Devresi denilen Köktürk, Yenisey devlerindeki özelliklere yer vereceğim.

Öncelikle rakamları ele alalım. Sözlükten rakamların etimolojisine baktığımda sadece altı(6) ve yedi(7) rakamları için açıklama bulabildim. Yedi rakamı Orhun yazıtlarında yeti/yetti şekliyle var. Aynı zamanda yetmek fiile ile ilişkili olması muhtemel sözlükte 7 bazlı bir sayı sisteminde “tamam” anlamında kullanılmış olabilceği ile ilgili tahmin var. Aynı şekilde altı içinde 7 bazlı bir sayı sisteminde bütünün bir eksiği anlamında kullanılmış olabileceği tahmini var.

Devamı